G.G. Marquez - Kırmızı Pazartesi (Ya da Güven Probleminin Gerekliliği)
Son zamanlarda okuduğum
en ilginç konulu kitaplardan bir tanesi oldu Kırmızı Pazartesi. Değinilecek çok
şey var Marquez’in Kırmızı Pazartesi’sinde.
“Ortada bir cinayet
var. Katilin kim olduğu, neden cinayeti işlediği belli değil ve ben okurken
dedektifçilik oynayacağım.” ı-ıh….
Öyle bir şey değil.
Bu “İşleneceğini herkesin bildiği bir cinayetin öyküsü”….
Genelde kitaplar
hakkında yazarken olay örgüsünü ve diğer teferruatlarını anlatma gereği duymam,
altını çizdiğim birkaç cümlenin bana düşündürdüklerini yazarım. Ama bu kitap
olay kitabı ve verilmek istenen olay içerisinde gizli. Kitapta hiçbir cümlenin
altını çizme gereği duymadım zaten. Bunun sebebi olay olay olay da. Kelimelerde
zuhur etmemiş hissettiklerim. Öyleyse hafiften bahsetmem gerek olaydan:
Bayardo San Roman ve
Angelo Vicario evlenirler. Gerdeğe girerler. Bayardo denilen gavat, Angelo’nun bakire olmadığını görür ve onu baba evine geri
götürür. Angelo’nun ikiz erkek kardeşleri vardır. Pablo ve Pedro. Angelo’yu
sorguya çekerler ve Angelo da birlikte olduğu kişinin Santiago Nasar diye biri
olduğunu söyler. Pablo ve Pedro bıçakları kaptıkları gibi Santiago Nasar’ı
öldürmeye, namuslarını temizlemeye yollara düşerler. Bu iki avanak yoldayken
gördükleri herkese Nasar’ı öldüreceklerini söylerler. Sonunda da öldürürler
adamı.
Şimdi kitabı ilginç ve
vurucu yapan noktalara geçelim:
1. TÖREMİZE SAHİP ÇIKALIM
Angelo’nun
birlikte olduğu kişinin Santiago Nasar olduğunu söylemesiyle birlikte Pablo ve
Pedro hiçbir kanıt aramadan bu söze inanmıştır. Bakın şöyle de bir şey var;
insanı diğer canlılardan ayıran en önemli özelliklerinden birisi yalan
söyleyebilmesidir J Toplum tarafından yanlış görülen bu
hadisenin temizlenmesi üzerine göreve atılacak ikizler, kardeşlerinin tek bir
isim söyleyerek hedef göstermesiyle temizlik için gerekli olan malzemeyi
almışlar ve aksiyona geçmişler. Malzemenin doğru, yanlış, iyi veya kötü olması
fark etmemiş.
Marquez’in
önemli mesajlarından birisi toplumsal değer yargılarının birey üzerine kurduğu
baskıdır. Kişi bu değer yargılarıyla düşünür, karar verir ve harekete geçer.
Adam öldürmeye varacak bir motivasyondur bu. Mantıklı düşünme, doğruyu ve
yanlışı ayırma çabası yok denecek kadar azdır.
2. BEN KİMİM Kİ
Toplumsal
değer yargılarının sorgulanamaması ve bireyin kendi düşüncelerine ve arzularına
kimi zaman ket vurmasını romanda şu şekilde gördüm: Pablo ve Pedro kardeşler
önlerine gelen herkese Santiago Nasar’ı öldüreceklerini söylüyorlar.
Ellerindeki bıçakları gösteriyorlar. Atıyorlar tutuyorlar. Bunun sebebi,
birilerinin onları durdurmalarını istemeleri. Evet. Her ne kadar namus
meselesinde yapmaları gereken açık olsa da o cinayet anına kadar bir şeylerin
sanki onlara engel olmasını istiyorlar. Katil olmak istemiyorlar ama
yapmalarını gereken şeyden de vazgeçmiyorlar. Bu bireyin isteklerinin değer
yargıları önünde “değerini” yitirdiğini gösteriyor.
3. GÜVEN, ÖN YARGI YA DA UMURSAMAZLIK
Hangisini
seçerseniz. Üçü de birbirine çok benzer. Kitabın bana gösterdiği en önemli
nokta bu sanırım. Beni çileden çıkartan nokta. Pablo ve Pedro sokak sokak
dolaşırlar, herkese Nasar’ı öldüreceğiz derler. Bunun karşısında birkaç kişi
dışında herkesin verdiği tepki şudur: “Yok canım. Onlar öyle bir şey yapmaz.
Düğünden çıktılar. Hâlâ biraz alkolün etkisi vardır.” E adamlar eline bıçak
almışlar da. Daha ne yapsınlar? Meslekleri kasaplık canım. Ondandır. Bir
Allah’ın kulu da polise, Nasar’a herhangi bir kişiye bu olayı bildirmeyi ya da
zamanında bildirmeyi akıl edemedi. Adamlar göz göre göre bütün bir kasabaya
haber salarak cinayet işlediler. İşte Kırmızı Pazartesi’yi Kırmızı Pazartesi
yapan nokta budur. Bir kişinin her zaman aynı kalacağını, iyiyse sonsuza kadar
iyi, kötüyse sonsuza kötü kalacağını, kalıpların kırılmayacağını sanan düşünce
sistemi. Güven, ön yargı, umursamazlık. Pablo ve Pedro’ya kasaba halkının
duyduğu güven bu cinayetin yardım ve yataklığını yapmıştır. Kafalarında belirledikleri kalıpların aksinin
gerçekleşmesine ihtimal vermeyen ön yargılı kasabalılar da Nasar’ı mezara
göndermişlerdir. Ellerinde bıçaklarla gezen iki adamın “biz adam öldüreceğiz”
demelerine rağmen “Yok canım, yapmazsın sen, yapamazsın” diyen insanların umursamazlığı da
Nasar’ın kemiklerini sızlatmıştır.
NOT:
Bu G.G. Marquez’den okuduğum ikinci kitap ve adamın kalemini beğendim. Çoğu
yazarda rastlanabilecek sıkıcılıklar olsa da.
Комментарии
Отправить комментарий