Sisifos Volume III: Camus'ye Göre Din ve Özgürlük Nedir?
DİN
Albert Camus’ye göre
din dolaylı olarak şu ifadenin karşılığıdır: Zorlama Umut
“Tuhaf bir uslamlamayla, insansalla sınırlı, kapalı bir evrende, usun yıkıntıları üzerine uyumsuzdan yola çıktıktan sonra, kendilerini ezeni tanrılaştırıyorlar, ellerini boş bırakan şeyde bir umut nedeni buluyorlar. Bu zorlama umudun özü hepsinde de dinsel.”
Dinin artık insan için
umut, güç kaynağı, tutulacak bir dal ya da afyon görevi gördüğü sayısız insan
tarafından dile gelitirildi. Albert Camus de aynı şekilde düşünenlerden. Bu
düşüncenin doğruluğunu hem bir dine tabi olmayan hem de herhangi bir dine tabi
olan insanların rahatlıkla onaylayacağını düşünüyorum ben de.
Dinin umut verici
yönünü şöyle açıklığa kavuşturuyor Camus:
“Ama Hristiyan için ölüm hiç de her şeyin sonu değildir, bizim için yaşamda, hatta sağlıkla, güçle dolup taşan yaşamda bulunan umuttan çok daha fazlası var onda.”
Dinin vaat ettiği şey
ölüm sonrası adaletin sağlandığı sonsuz bir yaşam… Dünyadaki yaşamında bütün acılara
göğüs geren, beli bükük, umutsuz ve kızgın insanı yatıştırmaktan ve umutla dolu
bir uzuvlar toplamına dönüştürmekten daha iyi bir görevi yok elbette din
denilen kavramın. Her şeyin kontrol altında tutan, dara düştüğünde sığınacağın
bir limanın varlığının garantisini veren din, insanların en büyük umut kaynağı
olmayacak da başka ne olacak?
Albert Camus dinin
zorlama bir umut olduğunu belirttikten sonra kendisine şöyle bir soru
sorulacağını tahmin ediyor:
“İnsanın ölümsüz bir bilinci olmasaydı, her şeyin temelinde, karanlık tutkuların girdabında büyüklü küçüklü, gerekli gereksiz her şeyi oluşturan, kaynayıp dalgalanan vahşi bir güçten başka bir şey bulunmasaydı, nesnelerin altında hiçbir şeyin doldurmayacağı dinsiz bir boşluk saklı olsaydı, yaşam umutsuzluk olmazdı da ne olurdu?”
Bu soruya da şöyle
dürüstçe bir cevap veriyor:
“Uyumsuz insanı durduracak bir şey yok bu haykırışta. Doğru olanı aramak isteneni aramak değildir. O bunaltılı “Yaşam ne olurdu?” sorusundan kurtulmak için, eşek gibi düşsel güllerle beslenmek gerekse, uyumsuz, düşünce yalana boyun eğmektense, Kierkegaard’ın yanıtını göz kırpmadan benimsemeyi yeğ görür: UMUTSUZLUK.”
Evet. Yaşadığımız dünya
ve hayatımız tamamıyla umutsuz! Bu gerçeği reddederek hayallerini sürdürmek
isteyen, sonsuza doğru bir kuş gibi kanat çırpacak mucizevi ruhunun varlığına
muhtaç güçsüz insanların umudu da din olacaktır. Bu nedenle Camus çok
delikanlıca bu hayatı ve ölümden sonraki sonsuz boşluğu kendini yalana
kaptırmadan “umutsuz” diye nitelendirebilmektedir.
ÖZGÜRLÜK
Bence bir insanın
kendisinde, hayatında, doğumundan itibaren sunulan bütün kuruntularda araması
gereken ilk soru şu olmalı: “Benim bir iradem var mı? Özgür müyüm?
Seçimlerimden ben mi sorumluyum?” Bu soruya verilecek cevap insanın gideceği
yönü belirleyebilecek ehemmiyete sahiptir.
Albert Camus de aynı
şekilde özgürlük meselesine önem vermiştir.
“İnsanın özgür olup olmadığını bilmek, bir efendisi olup olamayacağının bilinmesini buyurur.”
“Çünkü Tanrı önünde, bir özgürlük sorunundan çok bir kötülük sorunu vardır. Seçeneği biliyoruz: ya özgür değiliz ve kötülükten her gücü elinde tutan Tanrı sorumludur; ya özgür ve sorumluyuz, ama Tanrı her gücü elinde tutmamaktadır.”
Yemin ediyorum EŞŞEĞE
anlatır gibi anlatmış. Günümüz inananları bu soruyla dalga geçip sorunun sahip
olduğu değeri “yav he he” diyerek düşürmeye çalışıyorlar. Çok çok basit bir
mantık. Seçenek yok, kıvırma yok, yalan yok, bahane yok. Her şey kabak çiçeği
gibi açık. Su götürmez bu mesele! Seçenekler belli. Öyle düşünüyorum ki bu
soruya ve türevlerine verilecek cevap kişinin aklına saygısını da belirler bana
göre.
“Üstün bir varlığın bana vermiş olabileceği bir özgürlük ne olabilir, bunu anlayamam.”
Albert Camus’ye göre şöyle
bir özgürlük çeşidi insanın elinde değildir:
“Yarını düşünmek, kendine bir amaç seçmek, yeğlemeleri olmak, tüm bunlar özgürlüğe inancı gerektirir, bazı bazı insan onu duymadığını iyice anlasa bile. Ama şu anda bu üstün özgürlüğün, bir geçeğe temellik edebilecek tek şey olan var olma özgürlüğünün, evet, işte bu özgürlüğün bulunmadığını çok iyi biliyorum.”
Çok doğru elinde
olmadan, mecburen, sorgu sual olmadan bu dünyaya fırlatıldık. Bu konuda özgür
değiliz ama şöyle bir özgürlüğü Camus’nün sözlerinin yanına ekleyebilirim: Var
olmama özgürlüğü J
TAMAMEN ÖZGÜR OLMAK MÜMKÜN MÜ?
Sadece var olma
özgürlüğü elimizde değil demek yanlış olur elbette. Sonsuz güçlü Tanrı kavramının özgürlüğümüzü elimizden almasının dışında gerçekten, hayatın içerisinde yer alan unsurların insan seçimlerini belirlediği gerçeği bir tokat gibi çarpar bizleri. Özgürlüğün sınırlarını belirleyen ama kısıtlamaların farkında olmadan özgür olduğunu düşünen
insanın fark etmesi gereken noktayı da mükemmel bir şekilde tespit etmiş Camus:
Paradigmalar
“Tinsel ya da toplumsal her türlü önyargıdan ne kadar uzak durursak duralım, bir ölçüde etkilerinde kalırız, hatta yaşayışımızı bunların en iyilerine (iyi ve kötü önyargılar vardır) uydururuz. Böylece uyumsuz insan gerçekten özgür olmamış olduğunu anlar.”
Bu mesele üzerine çok
fazla düşündüm. Yaşadığım toplum, ailem, arkadaşlarım, okul, yasalar, ahlak
kuralları, paradigmalarım… en ufak, unufacık bir etken bile olmadan yalnız ve
yalnızca ben olup salt özgürlüğümle nasıl düşünüp hareket ederdim? Çok merak ettim. O hâlimi görmek isterdim. Ama
böyle bir şey mümkün değil. Dışarıdan gelen herhangi bir küçücük etki - ne
bileyim bu o gün arkadaşının söylediği bir kelime bile olabilir – senin düşünceni
etkileyip yaptığın eylemleri belirleyebiliyor. O yüzden çevre, aile, arkadaş,
kitaplar, filmler, yabancılar, doğa, vücut uzuvların, canlılar, cansızlar,
güzeller, çirkinler her neyse, işte bunlardan kendimizi tamamen
soyutlayamayacağımız için beyin denilen aleti kullanarak kendi yolumuzu
çizdiğimizi varsaymaktan başka çaremiz de yok. Bu da bizim sınırlı özgürlüğümüz
olsun. Biz kalıtımımız ve çevremizle bir birey oluyoruz ve Camus’nün dediği
gibi istesek de istemesek de bu etkenler hayatımızda en ufak şey de bile bir
ölçüde etkin olabiliyorlar.
Комментарии
Отправить комментарий